Umudumuzu kaybedecek miyiz?
Burak Çetiner*
İngiliz sosyalist yönetmen Ken Loach’un son filmi “Umudunu Kaybetme”, Filmekimi’nde seyirciyle buluştu. Filmin içeriğine geçmeden önce sinemaseverlerin heyecanla beklediği Filmekimi hakkında birkaç söz söylemek gerektiğini düşünüyorum.
Benim gibi binlerce liralık Lale Kartı olmayan seyirciler, cumartesi günü bilet almak için uyandıklarında biletleri satışa sunan online platformun yaptığı hatalarla karşılaştı. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) fahiş fiyatlarla satışa sunduğu Lale Kartların yanı sıra, futbolseverlerin yakından tanıdığı ve Türk Telekom tarafından hayata geçirilen Passolig sisteminin kurucu firmasının yaşadığı teknik(!) sorunlar da yaşanıyor. İKSV, seyahat hareketlerinden sonra, bilet satarken bir tür profilleme yöntemi olarak devlet tarafından deneyimleniyor. Karşı sert ve haklı eleştirileri de beraberinde getirdi. Türkiye’nin en bilinen sinema olaylarından birinin bu versiyonunu görse Ken Loach ne derdi acaba diye düşünmeden edemiyoruz…
Tüm bu aksilikleri geride bırakarak 2021 yılında Kadıköy’e getirilen Sinematek/Sinema Evi’nin güzel salonuna gittik ve onlarca sinemaseverle Ken Loach’un son filmi “Umudunuzu Kaybetmeyin”i izlemeye başladık. “Toprak ve Özgürlük”, “Arpayı Sallayan Rüzgar” ve “Jimmy’nin Salonu” Blake gibi politik filmleriyle tanınan usta yönetmenin son yıllarda çektiği “Ben, Daniel Blake” (I, Daniel) ve ” Üzgünüm Seni Kaçırdık” şarkısı da büyük ses getirdi. Bu sinemalarda Ken Loach, işçi sınıfının kapitalist sistemle çelişkilerini beyaz perdede tüm çıplaklığıyla yansıtarak, “sıradan” İngiliz emekçilerin yaşamlarını gerçekçi bir biçimde izleyiciye aktardı. Usta yönetmen, 2023 yapımı “Umudunuzu Kaybetmeyin” filminde, Avrupa’nın yanı sıra Türkiye’de de hararetli bir siyasi tartışma olan göç konusunu ele aldı.
‘BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN’
İlk sahne, Suriye’deki iç savaştan kaçan ve İngiltere’nin kuzeyindeki küçük bir kasabaya gelen bir göçmen kafilesinin fotoğraflarıyla açılıyor. Konvoyun çoğunluğunu Suriyeli kadın ve çocuklar oluşturuyor. Kasabaya adım attıkları andan itibaren aşağılanmaya ve ırkçılığa maruz kalıyorlar. Yerel kasaba halkının ve Suriye’den gelen Arap göçmenlerin mekânsal olarak kesişen kaderleri, filmin başrol oyuncuları TJ Ballantyne (Dave Turner) ve Yara (Ebla Mari) üzerinden, “Başka bir dünya mümkün” dedirten bir biçimde anlatılıyor. Ken Loach, bu konuda yapılan filmlerden farklılaşarak, İngiliz personel sınıfının geçmişten gelen dayanışmacı kültürünü sinemada organik bir şekilde ele alıyor.
The Old Oak adlı barı işleten orta yaşlı TJ’nin aile mesleği olan madencilik ve babasından miras kalan maden işçilerinin çabaları sinemaya arka plan olarak değil gerçek bir parça olarak yansıyor. Ezilenlerin dayanışmasından. Savaşın getirdiği tüm baskılardan kaçarak yabancı bir ülkeye sığınmak zorunda kalan genç kadın Yara, bu kasabanın geçmişindeki maden işçilerinin çabalarından çok etkilenir. Hem ailesi hem de kendisi için hayatta kalma mücadelesi veren Yara, kasabaya göçmen olarak gelen insanlarla ve tabii ki TJ ve Laura (Claire Rodgerson) gibi İngilizlerle güçlü bir dayanışma örgütler. Burada “eski barış dolu günlerin” özlemini çeken yöre halkıyla bazen fiziki kavgaya dönüşen çatışmalara tanık oluyoruz. “Eski huzur dolu günlere duyulan özlem” teması pek çok ülkede benzer şekilde yaşandığı gibi bize de pek uzak olmayan bir telaffuzdur. Ana karakter TJ, eski arkadaşlarıyla yaşadığı gerilim ve işlettiği barın ekonomik sorunlarıyla boğuşurken, barın arka odasını göçmenlerin ve yerel halkın barındığı bir tür “halk evi”ne dönüştürmeye karar verir. Laura ve Yara’nın desteğiyle dayanışma içinde. Bu noktada “Özgürlüğün Dansı”nda da benzer bir tema kullanan yönetmen belki tekrarlayıcı olduğu için eleştirilebilir ancak başka bir açıdan bakıldığında sosyalist mücadelenin araçlarının ustalıkla aktarıldığını görebiliriz. sinemanın dili.
‘İNSANLAR BİRLİKTE AYNI MASAYA OTUYORUZ’
Ayrıca film boyunca 1984-1985 büyük madenci grevine birçok kez atıfta bulunulduğunu fark etmek mümkün olup, grevin kasap dayanışma kültürünün oluşmasında ne kadar etkili olduğunun farklı noktalarda altı çizilmektedir. Maden grevinden miras kalan mücadele tarihini “Aynı masada oturmak insanları birleştirir” mottosuyla 2023 İngiltere’sine aktarmaya çalışan yönetmen, özellikle toplumsal sorunları sanatsal bir dille ele almayı başarıyor. TJ ve Yara gibi insanların hikayeleri. Bunu yaparken bir propaganda dilinin ötesine geçerek bireyin manevi fotoğrafını çizerek karakterleri derinleştirir. Okuyucuya daha fazla “spoiler” vermemek adına hikayede bazı detayları atlasak da TJ’nin köpeği ve Yara’nın kamerası gibi baş karakterlerin hayatlarındaki değerli sembollerin güçlü bir anlatımı desteklediğini söyleyelim. Her ne kadar filmin ismi Türkçeye “Umudunuzu Kaybetmeyin” şeklinde çevrilmiş olsa da bu çevirinin filmin son sahnesine uygun olması nedeniyle başarılı bir çeviri olduğunu söyleyebiliriz.
Özellikle Türkiye’de göçmen meselesini tartışırken, bir arada yaşamayı savunanların, hemen her kesimden duyduğumuz ayrımcı argümanlar karşısında çaresiz kaldıklarını görüyoruz. “Umudumuzu kaybedecek miyiz?” Yıllardır AK Parti iktidarında ezilen halkların ve insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda bırakılan komşu halkların önünde. Soru tüm gerçekliğiyle ortadadır. Bazen fazla naif ya da ütopik olmakla suçlanabilecek bu sinemada, “Başka bir dünya mümkün” diyenlerin en azından bir vizyon ortaya koyabildiklerini görmek gerçekten umut verici.
Bu film hakkında söyleyebileceğim tek olumsuz şey var ki Ken Loach’un hem sanatsal hem de politik açıdan olağanüstü bir iş çıkardığını düşünüyorum. Her ne kadar senaryoda siyasi olarak Suriye İç Savaşı’ndan çok fazla bahsedilmese de, savaşla ilgili birkaç anekdotun, Antik Palmira Kenti’nin yıkılması örneğine atıfta bulunarak savaşı saf Suriye rejimi zulmü ve IŞİD barbarlığı olarak okuması son derece talihsiz bir durumdu. Bu noktada savaşın siyasi değerlendirmesine girmemek daha doğru olurdu çünkü ana tema İngiltere’deki göç tartışmasıydı. Ancak böyle bir işin üstlenildiği noktada sosyalist bir yönetmenin bu yıkımda ABD ve İngiltere emperyalizminin, Körfez ülkelerinin ve Türkiye’nin sorumluluğundan bahsetmesi siyasi açıdan daha gerçekçi olacaktır. Dikkatli izleyiciler sinemanın bu politik zayıflığını fark edeceklerdir. Bir medya grubu olarak savaşın başlangıcından bu yana emperyalizm yanlısı bir çizgide yayın yapan BBC grubuna ait olan ve açılış sahnesinde sponsorlar listesinde “BBC Film” isminin görülmesi izleyicinin aklına şu soruyu getiriyor: filmin yapımcıları bu siyasi düzeyde her türlü tasarrufta bulunmuşlardır.
*Akademisyen.